Kadının yaşamları kökten değiştiren hamlesi, kendi gerçekleştiremediği idealleri çocukları için gerçekleştirmek, otoriteyi ortadan kaldırmak suretiyle çocukların yaşamını kökten değiştirmesi insan varlığının ve mutluluğunun sorgulanması ve yaşamlarımızın ve başımıza gelen olaylar üzerinde ne kadar akışkan ve etkisiz bir o kadar da etkili olduğunu görmek açısından güzel bir örnek olmuş.
Ayşegül Temizer

Cici filmini izlerken, ne kadar tipik bir orta Anadolu ailesi yaşamını izliyorum, duygusu sezdim. Fakat filmin, romantik bir dramdan evirilmesi ve -babayı kim öldürdü? Sorusunu sorması ile tekrar ilgimi kazandı. Filmi izlemeye beni teşvik eden ve ilgimi çeken, güçlü oyuncu kadrosuydu. Tabi yönetmen ve senarist Berkun Oya’nın önceden yaptığı işlerin de yakın takipçisi olmam beni filmle ilgili motivasyonumu arttırdı. Berkun Oya, yaptığı orijinal işlerle Türk izlence sektörüne yeni bir soluk getiriyor, dizi ve filmlerin dijital platformlarda nispeten daha rahat bir ortamda yayınlanıyor oluşu da yönetmen ve senaristlere daha deneysel ve rahat oynayacağı bir oyun alanı sağlıyor gibi…
Evin öznesi kimdir? Evin direği, evin kapısı bacası hatta açık kalan pencerenin hesabı kimden sorulur?
Başkarakterin başka bir kadın olduğu Lev Tolstoy’un Anna Karanina romanının ilk cümlesi ise şöyle başlar;
Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.
Başrollerinde Yılmaz Erdoğan, Funda Eryiğit, Nur Sürer, Olgun Şimşek, Okan Yalabık, Ayça Bingöl, Fatih Artman, İncinur Daşdemir ve küçük bir sahnede Tansu Biçer oynuyor. Film, İç Anadolu’da Havva ve üç çocuğuyla (Saliha, Kadir, Yusuf) birlikte yaşayan Bekir’in hikâyesini anlatıyor.
Kendinden yaşça büyük Bekir ile mutsuz bir evliliği olan Havva’nın ve üç çocuğunun hikâyesini, aile kavramını, sadece mekândan ibaret olmayan evi ve aile travmalarını bize katmanlı bir dille anlatıyor. Filme ve kişilere kısaca değinmek gerekirse;
Bekir, (Yılmaz Erdoğan’ın evin babası olarak oynadığı karakter) kimsesiz büyümüş ve işçi olarak senelerce Almanya’da çalışmış, özünde iyi fakat yaşamın zorlu şartları yüzünden zamanla katılaşmış, kabuğu sertleşmiş otoriter, tipik baba figürü. Anadolu insanının kendine özgü sevme biçimiyle, ailesini seven bir adam.
Havva evin annesi, kocasıyla iletişim sorunları yaşayan, üç çocuğuyla ev işlerine dalmış tek hayali çocuklarını okutmak için Ankara’ya gitmek olan bir ev kadın. Genç Havva’yı Funda Eryiğit oynarken yaşlı Havva’yı Nur Sürer canlandırıyor.- Filmde zaman akışı geçmiş ve şimdiki zaman arasında mekik dokuyor.- Üç çocuktan en büyüğü Saliha, babasına karşı sevgi ve şefkat beslerken, evin ortanca oğlu, Kadir, babasının sert tutumunun sonucu olarak, babaya tepkisel bir tutum geliştirmiş. Diğer çocuklara nazaran otorite figürü olan babaya daha eleştirel bir tutumu var. Evin en küçüğü olan Yusuf ise dünyadan bi haber evin neşesi ve babanın en çok şefkat gösterdiği çocuğu rolünde. Yusuf’a Fatih Artman, Kadir’e Okan Yalabık, Saliha’ya da Ayça Bingöl hayat veriyor. Bir de ailenin babası Bekir’in kendiyle özdeşim kurduğu, ahırda hayvanlara bakıp tarla işleri için yanına aldığı, kendi çocukluğu ile özdeşim kurduğu Olgun Şimşek’in canlandığı, Cemil var. Baba, oğlu Kadir’e göstermediği ilgi ve şefkati, kendi çocukluk hayaleti olan Cemil’e gösteriyor. Cemil, eve gelip aile bireyleriyle tanıştığında Bekir, Cemile ve çocuklarına, Cemil’i öz çocukları ile bir tuttuğunu ve çocukları ile kardeş olduğunu açıkça ifade ediyor. Saliha ve Cemil karşılıklı olarak birbirine ilgi duyuyorlar. Babanın onların birbirini kardeş olarak görmesini istemesi, Cemil’i ve Saliha’yı derinden üzüyor, imkânsız aşk motifi de burada izleyiciye sunuluyor.
Baba, otorite figürü, evin büyük kızı, otoriteye karşı çatışma yaşayan büyük erkek çocuk Kadir ve evin neşe, her şeyden habersiz Yusuf, babanın çocukluğunun prototipi gibi duran Cemil. Potansiyelini gerçekleştirememiş, kocasıyla iletişim sorunu yaşayan kilitli kapının ardındaki mutsuz, kocası ve hayat arasında baskı ile ezilen kadın Havva.
Buraya kadar tüm karakterler ve imajlar inşaat iskeleti gibi kurulmuş. Ailenin tipik Almancı aile simgeleri, Almanya’dan getirilmiş Mercedes araba, renkli televizyon, radyo, hatta Kadir’in, tüm yasaklara rağmen, ısrarla çekim yapmaya devam ettiği el kamerası bile var. Her şey ağır ve sıradan ilerlerken Havva’nın, büyük şehre taşınıp çocuklarını okutmak fikrini ortaya atması, Bekir’in konfor alanını terk etmeyeceğini açıkça söylemesi ile filmin ritmi değişiyor. O ana kadar ailenin yaşamını ve karakterlerini tanıtan filmin ritmi değiştirmeye başlıyor. Ailenin yaşadığı birkaç kırılma var. Bu olayların İlki Kadirin, Saliha’ya bakarak yanık yanık türkü söylerken o an orada olan Kadir’in durumu fark ederek, Cemil’i elindeki hortumla ıslatması, Bu olaya şahit olan babanın çok öfkelenerek Kadir’in babası tarafından öfke be kızgınlıkla, kadiri ıslatarak cezalandırması ve eylemi yaparken bunu kamera ile kaydetmesi, bunun sonucunda çocuğun hasta olması ve gelişen intikam duygusu, televizyon önünde üstü açık uyuya kalan bekrin yanan ateşi söndürüp pencereyi açan bir el tarafından kasıtlı hasta edilişi ve Bu halalık sonucu ölen babanın ardından yaşanan vuruk, kadirin büyüyüp bir yönetmen olduğunda kendi hikâyesinden yola çıkarak yaşamlarındaki bu vuruk tik olayı filme dönüştürmesi için yıllar sonra evi set haline getirmesi filmin en kritik noktasını inşa ediyor. Bir sete dönüşen evde, karakterlerin geçmişine yolculuk yapmaya başlaması ve travmaların tekrar gün yüzüne çıkışı, dağınık olan ailenin yaşanan çöküş sonucu tekrar aynı evde bir araya gelmesi, aileyi derinden sarsan sırrın ortaya çıkması ve evin mecaz olarak tekrar çöküşü, her seferinde enkazın altında kalan aile üyelerinin hikâyesi anlatıyor. Arada bir içli içli çalan arabesk şarkılar, bazı sahnelerde aniden giren sürpriz görüntüler gibi artık Berkun Oya’nın imzasına dönüşen, renkli sahneleriyle Cici iyisiyle kötüsüyle keyifli bir yapım olmuş.
Ev, evler ve kapalı kapılar ardında yaşanan, kimsenin konuşmaya cesaret edemediği aile sırları. Filmde yer yer kasvetli bir drama havası var. Pencereyi kim açtı? Ateşi kim söndürdü? Soruları filmin sonunu merakla beklememizi sağlıyor. Ortada bir cinayetin oluşu filme gizemli bir polisiye havası veriyor.

Filmdeki anne, kadın, karakteri tüm çocukların kaderini değiştirecek o hamleyi yapmasaydı, çocukların yaşamı nasıl olurdu? Sorusu film bittiğinde zihinleri kurcalıyor.
Kadının, otorite figürü olan babayı-kocayı yok edişi, ruhun çöküşü ve tekrar kurtarıcı rolüyle babanın evde bir hayalet gibi, Kadir’in filminde hortlaması filme müthiş bir tat katmış. Bu hamle filmi romantik bir Anadolu’dan göç melodramına dönüşmekten kurtuluyor.
Potansiyelini gerçekleştirememiş mutsuz ev kadının sakin bir Anadolu köyünde bile yapabilecekleri ve insanların hayatına kökten etki edebileceği, sadece kendi rızası ve inisiyatifi doğrultusunda, çocukların fikrini almadan, onların isteklerini önemsemeden, belki de çok ilkel bir içgüdüyle -çocuklarını koruma içgüdüsüyle -eylemini gerçekleştirme cesaretini bulması kadına atfedilen toksak durumu bana sorgulattı. Belki de baskıcı toplumun kadını dönüştürdüğü kimliği sorguluyor film, bunu bilemiyorum. Şefkat ve merhamet kaynağı annenin, katile dönüşmesi gerçekçi mi? Yoksa mizojinist bir tavır mı? Tartışmaya açık.
Kadının yaşamları kökten değiştiren hamlesi, kendi gerçekleştiremediği idealleri çocukları için gerçekleştirmek, otoriteyi ortadan kaldırmak suretiyle çocukların yaşamını kökten değiştirmesi insan varlığının ve mutluluğunun sorgulanması ve yaşamlarımızın ve başımıza gelen olaylar üzerinde ne kadar akışkan ve etkisiz bir okadır da etkili olduğunu görmek açısından güzel bir örnek olmuş.
Cici, bize toplumda fikri alınmamış, yaşamı üzerine edilgen bir baskı ile üzerine kapı kitlenmiş, potansiyeli baskılanmış kadının, pasif saldırgan eylemi ile katile dönüşmesiyle ilgili düşünüp konuşmak için güzel bir fırsat sunuyor.
Keyifli seyirler…