top of page

Böyle buyurdu Agamben!

Emir verecek biri olduğu sürece, ona itaat edecek biri bulunacaktır. Bir iktidarın varlığı, emir vermekten vazgeçtiğinde sona erer.

· Murat Güzel ·


Giorgio Agamben
Giorgio Agamben

Münih’te 2012’de verdiği konferansta buyruğun arkeolojisine ilişkin, süren bir araştırma raporunu sunarken Batı kültür tarihinde durmadan birbirinden ayrışan, birbiriyle kesişen, iç içe geçen, birbirine kafa tutan, mücadele eden, kavuşan iki ontolojinin bulunduğundan bahsediyor Agamben: Beyan ontolojisi ile buyruk ontolojisi.

Michel Foucault’ya uyarak tarihsel soruşturmanın şimdiye ilişkin soruşturmanın geçmişe düşürdüğü gölge olduğunu ve arkeolojinin şimdiye erişmenin yegane yolunu teşkil ettiğini düşünen Agamben, Amerikalıların ya da Asyalıların aksine Avrupalıların kendi hakikatlerine geçmişle yüzleşerek, onunla hesaplaşarak eriştiğini ileri sürüyor. Tarihle, kendi tarihiyle hesaplaşmayı sırf Avrupalılığa hasreden bu görüş elbette tartışmalı. Ancak bu tartışmayı şimdilik kaydıyla yürütmek yerine, Agamben’in düşünme hattını izlemenin faydalı olacağını düşünüyorum.

Buyruğun arkeolojisini yapmanın ilkin çelişkili ya da çıkmaz içeren bir hal olarak görülebileceğini ifade ediyor Agamben, çünkü arkeoloji bir arkhenin, bir başlangıcın/kökenin araştırılması olarak değerlendirilse de bahsi geçen arkhenin Yunancada iki anlamı daha bulunuyor: Arkhe köken anlamına geldiği gibi ilke ya da buyruk (emir) anlamına da geliyor. Avrupa kültüründe arkhenin, orijinin, kökenin ya da başlangıcın hep buyruk olduğunu söylüyor. Bir ironiye de dikkat çekiyor bu arada. Yunanca arkhosun hem kumandan hem de anüs (rectum) anlamına geldiğini de belirtiyor. (Bu noktada Türkçe argoda müdür (idare eden, emreden) ile ilgili yapılan esprileri hatırlamak yerinde olacaktır.) Buyruk için bir arkhe olmadığını, çünkü arkhenin bizatihi buyruk olduğunu söyleyen Agamben bu çıkmaz içinde Kitabı- Mukaddes’in “Başlangıçta söz vardı”sını, Heidegger’in Anfang’ını, Derrida’nın yorumlarını söz konusu ediyor.

Agamben buyruğun muhtemel bir arkeolojisi önündeki ikinci büyük güçlüğün ise felsefede buyruk üstüne pek düşünülmemiş olmasından kaynaklandığını vurguluyor.

Bu noktada Etienne de La Boetie’nin Gönüllü Kulluk Üstüne Söylev’i ile Alexander Lernet-Holenia’nın Bayrak adlı romanından yararlanarak itaat ile buyruk arasındaki muğlak ilişkileri yorumlamaya çalışıyor: “Emir verecek biri olduğu sürece, ona itaat edecek biri bulunacaktır. Bir iktidarın varlığı, emir vermekten vazgeçtiğinde sona erer.”

Felsefe buyruk için herhangi bir tanıma erişme imkanı sağlamadığı için buyruğun dilsel analizini önemseyen Agamben, Aristoteles’in Peri Hermeneias’ında öne sürdüğü dilsel bölümlemelere değinir. Aristoteles’in apofantik (beyan edici/olumlayıcı) söz ile diğer sözler arasında bir ayrım gözettiğini belirten Agamben, Aristoteles’in her ne kadar apofantik olmayan sözleri Retorik ve Poetika’da ele almayı vaat etse de vaadini yerine getirmediğini savlar. Dahası Aristoteles’in apofantik olmayan sözü felsefenin dışında bırakma kararının da Batı mantığı tarihine damgasını vurduğunu belirtir.

Felsefe tarihi boyunca “terra incognitia” (keşfedilmemiş kıta) olarak kalan söylemin önemli bir parçası olan buyruğun zaman zaman bir irade edimi olarak açıklandığını, ünlü İngiliz filozof Hobbes’un ise onu “arzunun ve isteğin ifadesi” olarak tanımladığını ifade eden Agamben ancak 20. yüzyılda mantıkçıların bu söylem alanıyla ilgilendiklerini söyler. Ancak emir kipini haber kipine dönüştürerek bu alandaki zorluklardan kaçınan mantıkçı külliyatla da ilgilenmez.

Buyruğun bir olanı değil olması gerekeni içerdiğini varsayan Kant ve Kelsen’e de değinen Agamben, Antoniet Meillet ve Emile Benveniste’in gözlemlerinden hareketle buyruğun “çıplak kök anlam” ya da dil ile dünya arasındaki ontolojik arı ilişki olarak anlaşılabileceğini vurgular. Benveniste’in “Batı kültüründe ayrı ama ilişkisiz de olmayan iki ontoloji vardır: Bunlardan ilki apofantik beyanın (assertion, statement) ontolojisi, esas itibarıyla bildirme/indikatif kipte ifade edilir; ikincisi buyruk ontolojisi ise esas itibarıyla emir kipinde /imperatif kipte ifade edilir” gözlemini aktaran Agamben, 20. yüzyılda İngiliz filozof J. L. Austin’in gündeme getirdiği sözediminin dilde kelimeler ve şeyler arasındaki ilişkinin apofantik olmadığı ama daha çok bir buyruk biçimini aldığı bir dönemin kalıntısı olduğuna kanidir. Bu haliyle söz edimi Benveniste’in gündeme getirdiği iki ontoloji, yani esti (beyan) ontolojisi ile esto (buyruk) ontolojisinin bir kesişimini temsil eder.

Batı ontolojisinin Hıristiyanlık öncesi çağda apofantik (beyan) ontolojinin gölgesi altında kalan buyruk kutbunun Hıristiyanlıkla birlikte gittikçe daha tayin edici bir önem kazanmaya başladığı “çift kutuplu bir makine” olduğunu söyleyen Agamben, felsefenin ve bilimin alanını tanımlayıp yöneten beyan ontolojisine karşı buyruk ontolojisinin de hukukun, dinin ve büyünün alanını tanımlayıp yönettiğine işaret ediyor. Dinin iyi bir tanımının bütün evrenin bir buyruk temeli üzerine inşa etme girişimi olacağına ilişkin kanaatini zikreden Agamben, sadece Tanrı’nın kendini bir buyruk şeklinde ifade etmediğini insanların da tuhaf bir biçimde Tanrı’ya bu şekilde hitap ettiklerini belirtiyor.

Bir dilsel bölünmeye, gerçeğin bağlantılı ama ayrık iki alana bölünmesine tekabül eden bu ontolojik iki kutuplu makinada buyruk ontolojisinin alanını teşkil eden din, hukuk ve büyünün ve onlarla birlikte apofantik olmayan tüm bir söylem alanının günümüz “laik ve seküler” toplumlarını gizlice idare ettiği savı da Agamben’e ait. Agamben’e göre, psikanaliz dilini kullanarak ifade edilirse bastırılmışın bir nevi geri dönüşü olarak nitelendirilebilecek bu durumun egemenliği altındaki toplumlarda “buyruk ontolojisi (...) güvenlik adına verilen, hileli, öğüt, davet, uyarı biçimi altında beyan ontolojisinin yerini almıştır. Öyle ki bir emre itaat, bir işbirliği biçimini ya da çoğunlukla kendi kendine verilen bir buyruk biçimini alır (...) Demokratik-teknolojik toplumların özgür yurttaşı, bir buyruk verdiği jestin kendisinde durmadan itaat eden bir varlıktır.”

Yunan felsefesinin merkezinde güç (potansiyel) ve imkanın bulunduğunu, buna karşın Hıristiyan teolojisi ve devamındaki modern felsefenin merkezinde ise istencin olduğunu söyleyen Agamben, antik insanın bir güç varlığı, modern insanın ise isteyen bir özne olduğuna işaret eder. Hıristiyan teolojisinin ilahi kadir-i mutlaklığa atfettiği skandalı ortadan kaldırmak için gücü içeriden sınırlamak üzere öne sürdüğü araç istençtir. Nietzsche’ye dayanarak istencin kendine buyurduğunun güçten başka bir şey olmadığının altını çizen Agamben, Melville’nin ünlü kahramanı Katip Bartleby’yi anmadan edemez: “I would prefer not to…”

Buyruğun arkeolojisinin imkânsız görünüşünden yola çıkarak felsefe tarihi, Kitab-ı Mukaddes, dilbilim, Aristoteles, Kant, Austin, Boetius, Benveniste, Kelsen vb. düşünürler yardımıyla giriştiği arkeoloji çabasını Katip Bartleby’yle bitiren Agamben’in anarşist (an-arkheizm) tutumunun buyruğun arkeolojisini yapma istemi elbette konu edilebilir. Acaba, buyruğun arkeolojisiyle şimdiye ilişkin savlar ileri süren Agamben ne istemiş, kendine ne buyurmuştur?

 

KAYNAKLAR

Agamben, G. (2022). Buyruk nedir (M. Erşan, Çev.). Ketebe.

Aristoteles (2017). Poetika: Şiir sanatı üstüne (S. Rifat, Çev.). Can.

Aristoteles (2018). Yorum üzerine (Peri hermeneias) (S. Babür, Çev.). İmge.

Aristoteles (2021). Retorik (F. Akderin, Çev.). Say.

Boetie, E. (2022). Gönüllü Kulluk Üstüne Söylev (A. Meral, Çev.). Alfa.


bottom of page