top of page

Dekadan bir şaheser: Ölü Brugge

Georges Rodenbach, yas psikolojisini romanının merkez duygusu olarak seçmiş. Roman kahramanı yas depresyonu yaşayan biri. Bu yönüyle çok tanıdık bir duyguyla karşı karşıyayız. Fakat romana asıl değerini veren, bu sıradanlığın sanatsal bir yas biçimine dönüştürülmesi ve buna bir şehrin tanıklık etmesi.


· İbrahim Varelci ·


Bruges-la-morte, Brugge, Belgium
Brugge, Belçika (Ölü Brugge kitabından)

Fin de siècle yazarlarından Georges Rodenbach (1855-1898); gazeteci, şair, romancı kimlikleriyle tanınıyor. Bir dönem avukatlık da yapmış. Rodenbach’ın 1892 yılında yayımlanan Ölü Brugge (Bruges-la-Morte) romanı, foto-hikaye olarak nitelenebilecek ilk kitap. Kitapla ilgili bilgileri araştırdığımızda, önce romanın yazıldığını, fotoğrafların kitap tamamlandıktan sonra eklendiğini öğreniyoruz.

Şiirsel bir roman denebilecek eserin Türkçeye aktarılırken şiirselliğinden hiçbir şey kaybetmediği gözlemleniyor. Bunda duayen çevirmen Roza Hakmen’in ne denli işinin ehli olduğunu bir kez daha anlıyoruz.

Kitap, fin de siècle diğer deyişle 19. yüzyıl sonu dekadan dönemin akımlarından sembolizmin öncüsü olarak kabul ediliyor. Dekadanizm veya genel olarak fin de siècle, 19. yüzyıl sonlarında Fransa’da natüralistlere karşı bir akım olarak ortaya çıkan sembolizme öncülük eden sanatçılara edebiyatı yozlaştırdıkları ima edilerek verilen isim. Akım, o zamana kadar gelen edebiyat geleneklerini yıkma girişiminde bulunarak, mevcut sanatsal ve kültürel düzenin dışına çıkmaya çalışılmıştır. Dekadanlar daha önce görülmemiş imgeler oluşturmuşlardır. Georges Rodhenbach’ın elimizdeki bu “şiir romanı” da bu kategoride değerlendiriliyor.

Ölü Brugge, yayımlandığı dönemde şiddetli eleştirilerle karşılaşmış. Çağın sanat anlayışıyla çelişen roman, fotoğrafa dair önyargılar sebebiyle eleştirilmiş. Çünkü o dönemde fotoğraf bir sanat dalı olarak kabul edilmiyordu. Fotoğrafın gerçekliğe ait bir sanat olmadığı görüşü hakimdi. Fotoğraf bir ânın dondurulması, canlılığın yitimi olarak telakki ediliyordu.

Rodenbach, Brugge şehrini yas metaforu olarak kullanıyor. Hugues Viane, çok sevdiği eşinin ölümüyle Fransa’dan Belçika’nın Brugge şehrine taşınıyor. Fransa renkli bir ülkedir. Hayat orada hızlı akmakta, insanlar Fransa’daki canlı yaşamın her imkanından yararlanmaktadır. Böylesine hayat dolu bir ülkeyi terk edip çok sevdiği eşinin ölümünden sonra yasının metaforu olacak Brugge şehrine taşınır. Orada yaşamına devam ederken günün birinde eşine tıpatıp benzeyen Doppelganger adlı bir kadına rastlar. Brugge şehrinin melankolik ve kasvetli havası, onu yaşamın tesadüflerine mahkum edecek bir döngüye sokacaktır. Sevdiği kadını yitirdikten sonraki çaresizliğini betimler mahiyette şehirde yaptığı amaçsız yürüyüşler, hayal dünyasını bir mekana aktarmanın farklı bir biçimidir.

Hugues Viane ancak böyle bir mekanda kaybettiği sevgiyi bulabilirdi. Bu arayış yitirilen sevgiye yeniden kavuşma umudunu yeşertiyordu. Yas tuttuğunu her halinden anladığımız Viane, gerçekle hayal arasında gidip gelen hisleriyle kendi öz yaşamını adeta Brugge şehrinde tecessüm ettiriyor, adeta yeniden bir yaşam biçimi oluşturuyor.

Georges Rodenbach, Ölü Brugge, Burges-la-morte

Roman aşkla bir arada tutkuyu, inanç sistemi ile toplumsal baskıyı, kalabalık içindeki yalnızlığı, ölüm ile hayatı, hayata tutunmak için insanın başka bir insana olan ihtiyacını yansıtıyor. Karakterin duygusal dönüşümleri şehrin havasına da yansıyor. Yazarın atmosfer oluşturmadaki başarısı burada dikkatten kaçmıyor. Romanı okuyanların bu atmosfere kolaylıkla dahil olabileceklerini düşünüyorum. Şehirden fotoğraflar içeren roman, okurun zihninde yeni bir şehir imgesi oluşturuyor.

Şehri öldürerek kendine bir yaşam nefesi arıyor olabilir. Burada gerçekten ölü olan insan mıdır, yoksa şehir midir? Bana kalırsa, kahraman, içinde bulunduğu kasvetli duyguları ancak şehri öldürerek anlatabilirdi. Burada elbette Brugge’ün de anlatılan kasvetli yapıya uygun bir şehir olduğu gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Fakat yazarın asıl amacı Brugge’ü anlatmak değil, yani önemli olan Brugge değil Hugues’in yarattığı Ölü Brugge’dür. Bu minvalde yazarın mekan olarak seçtiği yer coğrafi olmaktan ziyade duygusal koordinatlara sahiptir. Şehrin iç yapısından çok duygusal görünümü yazar açısından daha ehemmiyetlidir. Bu yönüyle Brugge roman kahramanının kaybıyla yeni bir hüviyete bürünüyor. Kaybın açtığı derin boşluk, adeta Brugge şehriyle telafi edilmeye çalışılıyor. Kahramanın ruhsal durumunu şehrin sokaklarında görebiliyoruz. Burada Brugge, romanda bir mekandan çok ana karaktere dönüşüyor.

Bir zaman sonra kahramanın can sıkıntısına, içindeki boşluğa Brugge da çare olamıyor. Anlamsız ve boğucu hayatına bir anlam katma çabası içerisinde olduğunu romanın ilerleyen sayfalarında daha iyi gözlemleyebiliyoruz. Kaybettiği kadına fiziksel olarak benzeyen veya benzettiği bir kadınla boşluğu doldurmaya devam ediyor roman boyunca. İçinde sürüklendiği melankolik ruhu onu hayatını sırtında taşıyan birine dönüştürüyor. Bir türlü kurtulamadığı saplantılı özlemini benzettiği kadının üzerine giydirir. Onu bazen çok sevdiğini düşünür, bazen de bu sevginin gerçek olmadığı düşüncesine kapılır. Fakat biz anlarız ki, kahramanın esas korkusu yalnız kalmaktır. Romanda geçen şu cümle meseleyi özetliyor: “Demek ki bazı aşklar, insanın ağzında yok olmayan bir kül tadı bırakan Lût Gölü meyvelerine benziyordu!”

Yalnızlığı sadece bir insanın yitimden ötürü değil elbette. Toplumun baskısını derinden hisseden kahraman, kiliseye duyduğu öfkeyi de dile getiriyor.

Georges Rodenbach, yas psikolojisini romanının merkez duygusu olarak seçmiş. Roman kahramanı yas depresyonu yaşayan biri. Bu yönüyle çok tanıdık bir duyguyla karşı karşıyayız. Fakat romana asıl değerini veren, bu sıradanlığın sanatsal bir yas biçimine dönüştürülmesi ve buna bir şehrin tanıklık etmesi. Yas sürecindeki insanın davranışlarının, toplumun kabulleriyle bire bir örtüşemeyeceğini ve bazı durumlarda mantık dışı hareketler olarak nitelenebileceğini ifade ediyor.

Romanın en önemli unsurlarından biri de metne eşlik ediyor gibi görünse de esas itibariyle metinden bağımsız duran fotoğrafın kullanılması. Ölü Brugge’de metinle fotoğraf arasında hiyerarşik bir düzen yok. Yazarın anlattığı yas sürecine eşlik eden fotoğraflar görürüz, fakat ortada insan yoktur, renk yoktur, canlı bir hayat yoktur, sadece mekanlar ve yansıyan insan suretleri vardır. Yapıların gölgesi nehre düşer. Her ne kadar nehrin akışı bir yaşam belirtisi gibi görünse de Brugge’ün rutin, hareketsiz ve tekdüzeliğini betimlemek için kullanılmış olabilir.

Yazar, gerek oluşturduğu atmosferde gerek romanın yapısında ve dilinde gerekse romana eşlik eden fotoğraflarda hep ölümü resmetmek istemiş görünür. Yaşadığı şehir, duyguları, ruhu ve dolayısıyla hayatın kendisi gerçeklikten uzak bir yanılsamadan ibarettir. Kitapta her şey ölümü anlatır. Şehir onun hayal dünyasında donuk ve can sıkan büyük bir mezarlığı andırır.

Yayımlandığı günden bu zaman kadar çok vakit geçmiş olmasına rağmen hâlâ ilgiyle okunan bir eser olan ölü Brugge, çığır açan bir roman olma özelliğini korumaktadır.


bottom of page