Şiirde ses-anlam ilişkisi üzerine tartışmalar bitecek gibi değil. Şiirin Sesi, Sesin Şiiri derlemesi bu meseleye önemli katkı.
· Hakan Arslanbenzer ·

Türk şiirinin ses üzerine kurulu olduğu eskiden beri söylenir. Gerçi İlhan Berk’in deneylerinden[1] itibaren sesin dışında bir yol arayanlar da olmadı değil. Bugünün “Görsel Şiir”cileri mesela sesi tamamen terk etmiş durumdalar. İlhan Berk bunu yapmadı; kitaplarının çoğunda ses-anlam kaynaşmasını devam ettirdi, sadece Mısırkalyoniğne (1962) kitabını bir deney atölyesi olarak kullanıp geçti. Mısırkalyoniğne, şiirde anlamı sesin dışında bir yolla, sayfada beklenmedik bir şekilde duran kelime, hece ve harflerin oluşturduğu somut imge yoluyla okuyucuya ulaştırmak için yapılmış bir deneyden ibarettir. Tamamen başarısız bir deney. Tıpkı Görsel Şiir deneylerinin şiirden tipik olarak beklenenler bakımından tamamen başarısız olması gibi. Görsel Şiirde bir anlam elbette var; ama bu anlamı bize ileten, daha doğrusu şiirin söylediğini anlamamızı sağlayan ses değildir orada. Görsel Şiiri kelime, hece ve harfleri de kullanan görsel sanat olarak görmek en makul yol olur sanırım. Bazı örnekleri için şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Kaliteli, ama şiir değil kesinlikle. Bu konuda Hakan Şarkdemir’in işlerini ve Buzdokuz dergisini takip etmeli.
Maalesef şiirde ses-anlam ilişkisi konusunda yeterince güçlü bir literatürümüz yok. Türk Dili ve Edebiyatı ve Dilbilim bölümlerinin yaptığı yayınlar şiirde ses-anlam birleşikliği fikri üzerine kurulu ve sesbilim (fonoloji) yönelimli. Mehmet Kaplan, Tevfik Fikret’te belli ünsüz seslerin anlamını göstermeyi başarmıştı. Mesela “R” ünsüzü bazen gürültü, bazen “yumuşak, kadifemsi, kaypak” bazen de “çok yavaş, tenbel ve zevkperest” anlamları armonize eder. Aynı şekilde “S” sesi serinlik, sükunet, huşu vb. anlamları hissettirirken, “Ş” şiddet, neşe, “N” hüzün, “Z” karanlık ve ölüm, “T” sertlik anlamlarını getirir.[2]
Kaplan’ın bu enteresan girişimini geliştiren olmadı ne var ki. Bunun nedenlerinden biri sanırım akademimizin şiirimizi takip etmemesi. İkinci Yeni etrafındaki ses ve anlam tartışmaları akademide çok iyi bilinmiyor maalesef. Batılılarınsa böyle bir problemleri yok. Dilbilimciler epeydir her sesin bir anlamı olduğunu tartışıyorlar ve bunun için de modern şiiri örnek olarak kullanıyorlar. Çünkü biliyorlar ve ilgililer.

Marjorie Perloff’la Craig Dworkin’in Şiirin Sesi, Sesin Şiiri[3] derlemesi bunun iyi bir örneği. Kitabın uluslararası özelliği de dikkat çekici. Sanırım Perloff-Dworkin bunu özellikle tercih etmiş. Yazarların ana dillerine bakınca İngilizceden başka Almanca, Fransızca, Lehçe, Hırvatça, İspanyolca, Çince, Fince dikkati çekiyor. Arapça, Rusça, Türkçe, Farsça gibi güçlü ana dillerine sahip yazarların eksikliği ise hissediliyor. En azından ben şahsen böyle bir eksiklik hissettim. Türk şiirinin ses üzerine kurulu olduğunu düşünecek olursak. Bu da sanırım Anglo-Sakson düşüncesinin ufkunun bu dilleri dışarıda bırakmasından kaynaklanıyor. Afrika dilleri ise hiç yokmuş gibi zaten. “Karşılaştırmalı edebiyat” perspektifinden söz edip dursalar da “karşı”dan anladıkları NATO sınırlarına bile ulaşmıyor.
Perloff, Amerikalı-Avusturyalı bir poetika akademisyeni. Türkçeye ikinci kez çevriliyor. Daha önce Radikal Zanaat: Medya Çağında Şiir Yazmak[4] kitabı çevrilmişti. Türk editörlerin ilgisini postmodernite üzerine konuşmasıyla çekmiş görünüyor ama Perloff temelde bir modernist poetika uzmanı. William Butler Yeats, Robert Lowell ve Frank O’Hara üzerine yazdıklarıyla kendini filoloji camiasına kabul ettirmiş. Asıl sağlam vuruşu ise bana göre, 1981 tarihli The Poetics of Intederminacy: Rimbaud to Cage (Belirsizliğin Poetikası: Rimbaud’dan Cage’e). Bu kitabı William Empson’ın Seven Types of Ambiguity’si (Muğlaklığın Yedi Türü) isimli şaheseriyle birlikte Türkçede görmeyi çok isterim. Şiir estetiği bakımından belirsizlik/muğlaklık önemli bir başlık. İkinci Yeni veya genel olarak modern Türk şiiri denince akla ilk gelmesi gereken…
Perloff-Dworkin’in Şiirin Sesi, Sesin Şiiri derlemesine dönecek olursak; kitap üç giriş metni ve üç kısma ayrılmış 20 parça yazıdan oluşuyor. Birinci girişi yazan Perloff, büyük dilbilimci Roman Jakobson’un “Şiir ses ve anlam arasındaki içsel bağın gizlenmeyi bırakıp açığa çıktığı sahadır,” tespitini temel alarak şiirde ses-anlam ilişkilerinin yeniden dikkatlice ele alınması gerektiğini öne sürüyor. Perloff’a göre romantik şiir çözümlemeleri şiirin sesi mevzuunu gölgede bırakmış durumda. Paul de Man ve Harold Bloom gibi etkili teorisyenlerin lirik şiiri modern benliğin bir yansıması olarak değerlendirmeleri, Perloff’un tabiriyle “paradigmayı değiştirmeleri” yeterince etkili olamadı ve “lirik = söz” denklemi geçerliğini korudu. Perloff bunun Rönesanstan beri devam eden bir ayrışmanın neticesi olduğunu düşünüyor. Şiirle müzik 1400’lerden beri birbirinden gittikçe daha fazla koptu, diyor.
II. Dünya Savaşı sonrasının önemli bir Fransız şairi olan Jacques Roubaoud da kendi giriş metninde meseleyi tam buradan alıyor. “On dördüncü yüzyılda kelime ve ses arasındaki bağın kopması şiir adı verilen yeni bir çifte form meydana çıkardı,” diyor, “Bu form yazı ve konuşma dilinin kelimelerini birleştirecek ve böylelikle ayrılmaz kılacaktı.” Roubaud, şiirin dört formun birleşiminden oluştuğunu söylüyor. İkisi iç, ikisi dış formlar. Dış formlar, yazı ve sözdür. Bunların okuma ritimleri birbirine eşit değildir. İç formlar ise yazının okunması ve sözün dinlenmesidir; bir başka deyişle iki dış formun okuyucu tarafından alımlanma şekilleridir. Şiirin dış formları standarttır ve belli bir dili bilen herkese iletilibilir; iç formlar ise okuyucuya özeldir. Roubaud üstad diyor ki 19. yüzyıl sonuna kadar şiirin bu dört formu veya veçhesi uyum içindeydi. Sonra şiir mevzun ve mukaffa olmaktan çıkıp serbestleşti ve dört form arasındaki uyum kayboldu. Daha sonraki dönemde, yani güncel dönemde ise şiirin formu iyice önemsizleşti.
Roubaoud burada enteresan bir fikir ortaya atıyor. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan hegemonyasının dünyayı etki altına alması gibi, Amerikan şiiri de Batı şiirinin formunu belirlemiştir. Üstad buna Uluslararası Serbest Vezin, kısaca USV diyor. Bir ân durup sorabiliriz: Türkçeye bunun bir etkisi var mı? Çeviri şiirde ve çeviri şiirden etkilenen şiirde kesinlikle var. Okuyucuya bir ipucu verebilirim: Kimin şiiri İngilizceye, Fransızcaya kolay çevriliyorsa USV etkisindedir diyebiliriz.
Roubaud’nun tezi özetle şu: Şiir sesini kaybediyor ve şiirde biçim geri çekilirken feminist, ırkçılık karşıtı, postkolonyal söz onun yerini alıyor. Tıpkı İsmet Özel’in 80’lerin şiirini bombalarken söylediği gibi yani. Şiir sesini kaybettikçe ideolojiye sığınıyor.

NOTLAR [1] Berk, İ. (2003). Toplu şiirler içinde Mısırkalyoniğne, Yapı Kredi, s. 289-308. [2] Kaplan, M. (1997). Tevfik Fikret: Devir-şahsiyet-eser, Dergâh, s. 1999-209. [3] Perloff, M. ve Dworkin, C. (2022). Şiirin sesi, sesin şiiri (F. B. Helvacıoğlu, Çev.). Ketebe. [4] Perloff, M. (2020). Radikal zanaat: Medya çağında şiir yazmak (A. Ölmez, Çev.). Ketebe.