Adeta bir şizofrenle karşı karşıyayız. Tabii psikiyatrik değil de kültürel şizofreni burada söz konusu olan.
· Hakan Arslanbenzer ·

Şiir ve modernlik başlığı altında yapılan değerlendirmelerde şu ortak yargıyı görürsünüz: Türk şiiri Yahya Kemal üzerinden modernleşmiştir. Başka hiçbir konuda bir araya gelemeyecek isimler, mesela Hilmi Yavuz’la Enis Batur, İsmet Özel’le Ebubekir Eroğlu bu klişe yargıyı paylaşırlar. Hem de ispat gereği duymadan, herkesçe kabul edilen genel bir doğru olduğunu farz ederek.
Mehmet Kalpaklı daha da ileri gidip Yahya Kemal’e “Avrupalı”[1] der. Bunun başlıca delili de Yahya Kemal’in Fransa’ya kaçmadan önce “memleketi bir zindan, Avrupa’yı nurlu bir âlem” görmesiymiş. Bu durumda Yeni Osmanlılar ve Jöntürklerin tamamının Avrupalı ve modern olmaları gerekmez mi? Modernlik bir bakıma Avrupa’nın Türkiye’den görünümü demek olduğuna göre neden olmasın?
Peki bu durumda modern şiiri “memleketi zindan” görenlerin şiiri kabul edebilir miyiz? Böyle olsaydı Faruk Nafiz’den Necip Fazıl’a, Sezai Karakoç’tan Turgut Uyar’a önde gelen 20. yüzyıl şairlerinin hemen hiçbirini modern saymamak gerekirdi.
Madrid’de kahvehâneyi gördüm ki havradır,
Bir yerdeyiz ki söz denilen şey palavradır.
Dalmış gülüp konuşmağa yüzlerce farfara,
Yorgun kulaklarımda sürerken bu yaygara
Durdum, hazin hazin, acıdım kendi hâlime
Aksetti bir dakika uzaktan hayâlime,
Sâkin Emirgân’ın Çınaraltı’nda kahvesi,
Poyraz serinliğindeki yaprakların sesi.
Bâzan gönül dalar suların mûsıkîsine
Bâzan Yesâri hatların en nefîsine.[2]
Bunu yazan adamın “Avrupalı” olduğunu kim söyleyebilir? Şair başka bir şiirinde de Avrupa’dan “gurbet” ve “menfa” olarak söz eder.
Tabii Yahya Kemal’in mutlak bir tutarlılığı da yoktu. En yakın talebesinden öğrendiğimize göre “eski şiirin rüzgârıyla” yazdığı gazelleri, önce “yeni -garblı mânasına- telâkki et[miş] ve bunun böyle olmasını istediğini söyle[miş]” ama 1946’dan sonra Nurullah Ataç aynı fikri ortaya atınca buna karşı çıkmıştır.[3] Tanpınar, hocasının sonraki tavrının daha doğru olduğunu, Yahya Kemal’in gazellerinin “eski âleme daha fazla yaklaştığını” söyler. Hatta bu gazellerin vahdet-i vücuda kadar gittiği kanaatindedir Yahya Kemal.
Vahdet-i vücud ve Avrupalılık, modernlik? Bugünlerde Namık Kemal’e yapılan tutarsızlık ayıklama[4] ameliyesi Yahya Kemal’e yapılsa ortada Yahya Kemal fikri diyebileceğimiz bir şey hiç kalmayabilir. Mesela “Milli Edebiyat”çımız 1944 gibi kendisi için olgun bir zamanda şunları söylemiş:
Reşit Paşa’nın kendi hayatında, ondan sonra da onun yetiştirdiği birinci sınıf devlet adamları kafilesiyle, Türk-İngiliz dostluğu, bir meşale gibi elde yüksek tutuldu. İşte bütün Türklerin hâlâ hayalinde menkuş kalan bu güzel dostluk devresinde İngiliz kültürünü almamak gibi bir kaybımız oldu. Reşit Paşa bunu idrak ederdi. O devrin büyük İngiliz diplomatları nasıl oldu da bizi bu sahada tenvir etmediler? Ne kadar şaşılacak bir iştir.
Şayet bu nokta ihmal edilmeseydi, İngiliz kültürü edebî ve ilmî her sahada Türkiye’de yayılsaydı, edeceğimiz hudutsuz istifadelerden maada, Sultan Abdülhamid’in kakılıp kalmış olduğu anlaşamazlıklar vukua gelmezdi.
Fikrimce bu ihmalin neticeleri hiç iyi olmamıştır. Bu görüşümü teyit eden bir müşahede hemen akla geliyor. Neden sonra İngilizceyi ve İngiliz kültürünü Hisar’ın tepelerinden neşreden Amerikan pedagojisi, elli sene içinde ne güzel ve sağlam semereler verdi. Eğer İngiliz pedagojisi 1832’den sonra malum olan kudretiyle o tepelere ve başka yerlere aynı mükemmeliyette olan kolejleriyle yerleşmiş olsaydı, İngiliz kültürünün feyzini ve bizim o adeseden kâinata bakışımızın yüz onuncu senesini idrak etmiş olurduk.[5]
Bir de 26 Ağustos 1922’de yazdığı şu kıt’ayı okuyup değerlendirmemizi sunalım:
Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbî
Senin uğrunda ölen ordu budur yâ Rabbî
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın
Gaalib et çünkü bu son ordusudur İslâm’ın[6]
Adeta bir şizofrenle karşı karşıyayız. Tabii psikiyatrik değil de kültürel şizofreni burada söz konusu olan. Yahya Kemal’in mirasında şiir ve fikirleri kadar, belki bunlardan çok bu şizofreni var. Şairin Doğu-Batı sentezcisi olduğu çok söylenir ama sentez tez ile anti-tezin içinde eridiği bir sonuçtur ve Yahya Kemal’de sonuçtan ziyade arada-arafta olma hali göze çarpar.
Modernlik de bir yerde arada ve arafta olma hali değil mi? Yahya Kemal’in Fransız şiirinden en ziyade etkilendiği şairlere bir bakalım: Charles Baudelaire, Paul Verlaine, Jean Moréas. Ortak noktaları nedir? Simgecilik. Simgecilikse özellikle Fransız şiirinde Romantizmin yarattığı boşluğu kapatmaya yönelik bir ara durum veya hareketti; bazı boyutları eksik bir tür neo-klasizmdi. Romantikler anlık heyecanları dile getirebilmek için şiirde bütün yapısal ve semantik kuralları çiğnemişlerdi. Kısa süren fakat etkili bir patlamalar dizisi gibiydi Romantizm. Neticesinde bir muhasebe yapılması, şiirin çiğnenen estetiğinin yerine iadesi gerekiyordu. Sembolizm, parnasizm gibi sakin hareketler bundan doğdu.
Bir Osmanlı şairi olan Yahya Kemal’i çeken de bu sükunet olmalı. Diğer yandan, Romantizm-Realizm kavgası bir kültür savaşının ifadesiydi Batı edebiyatları için. Mesele görünüşte bir şiirin duygulara göre ve kuralları esneterek mi yoksa kurallara uygun ve duygulara sadece çağrışım yoluyla bağlanan simgelerle mi yazılacağıydı; ama bunun altında yatan şey, insanın bilme ve bilgiyi üretme biçimi hakkındaki anlaşmazlıklardı. Kısaca: devrim mi, düzen mi?
Romantik bakış açısına göre bilgi insanın dışında bir yerlerde olamaz. Gerçek biz onu nasıl hissediyorsak öyledir. Napolyon gerçekte kısa boyluymuş mesela. Romantik ressam Napolyon’u nasıl hissediyorsa öyle çizecektir: yakışıklı, parıl parıl renkli, atını şaha kaldırmış vs.
Namık Kemal’den Akif’e, Fikret’ten Yahya Kemal’e 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın ilk çeyreğinin şairleri üzerinde Romantizmin belli bir etkisi var. Bu onları devrimci yapmaya yetmese de… Yahya Kemal Açık Deniz’de denize “bin başlı ejder” der; Mehmet Akif Çanakkale şehitlerinin üstüne gökkubbeyi türbe çatısı olarak çatmayı hayal eder vs. Bunların duygusal abartılar olduğuna ve Fransız romantizminden geldiğine kuşku yoktur. Yine de Türk şairlerinin hiçbirine doğrudan doğruya romantik diyemiyoruz, Ahmet Muhip Dıranas gibi çok belirgin bir örnek hariç. Zira şairlerimiz romantizmin bilgiyi histen doğuran anlayışını asla paylaşmıyorlardı. Romantizm Türk şairinin hayaline bir serbestiyet ve genişlik vermişti, o kadar. Bunu da en çok kötü benzetmelerden anlamak mümkün.
O ilâh isteyip eğlence hayalhânesine,
Çevirir camları birden peri kâşânesine.
Som ateşten bu saraylarla bütün karşı yaka
Benzer üç bin sene evvelki mutantan şarka.
Mestolup içtiği altın şarabın zevkinden,
Elde bir kırmızı kâseyle ufuktan çekilen,
Nice yüz bin senedir şarkın ışık mîmârı
Böyle mâmûr eder ettikçe hayâl Üsküdar’ı.[7]
Üsküdar’dan şarap ve ateş çıkarmak olsa olsa romantik bir zorlama olabilir.[8] Hele “ilâh” meselesi. Şairin başka Üsküdar şiirlerindeki gerçekçi-izlenimci tavırla da tutarsızdır bu şiirdeki “âni” ve “fâni” hedonizm. Yukarıda sözünü ettiğimiz kültürel şizofreni, imgelemine kadar sirayet etmiş şairin. Yine Üsküdar’la ilgili başka bir şiirinde Yahya Kemal, horozları öttürür, seheri canlandırır ve Üsküdar halkıyla “gönül, dil, kan ve mizaç”[9] birliği içinde olduğunu dile getirir, “Türk eden” “mutlu şafaklar”dan söz eder.
Kararsızlık Yahya Kemal’in hayatında, şiirlerinde ve fikirlerinde olduğu kadar takipçilerinin onun üzerine yazdıklarında da vardır. Kalpaklı, Yahya Kemal’in modernliğini “Avrupalı” diyecek kadar abartırken en yakın takipçisi herkes tarafından kabul edilen Ahmet Hamdi Tanpınar, bir yerde “O bir klâsik şairdir,”[10] diyerek, başka bir yerde de Apollinaire’in başlattığını söylediği modern şiiri bir sığlık olarak tanımlayıp Yahya Kemal’in zevke düşkün olmasına rağmen bu sığlığa düşmediğini söyleyerek[11] şairi modernliğin uzağına yerleştirir. Şöyle devam ediyor Tanpınar:
Paris seneleri, ondaki cümbüşlü hayat, birkaç koldan zengin, daima buluş halinde Avrupa ve Fransız fikriyatı, belli ki, bu gence tehdit altında bir vatanın çocuğu olduğunu unutturmamıştı. Café Vachette’de, Soufflot’da, Closerie de Lilas’da iki zamanı birden yaşamıştı.[12]

Bu “iki zaman” modernleşme açısından kritik. Türk şiirinde modernleşme dediğimiz de zaten bir yerde iki zamanı, bir bedende iki kişiliği birden yaşamak anlamına gelmiyor mu? Yahya Kemal’in en çok etkilediği şairlerden Tanpınar’ın, Necip Fazıl’ın, Dıranas’ın şiirlerine baktığımızda bu bölünmenin çeşitli tezahürlerine rastlıyoruz. Kendisiyle savaşanlar olarak da bakabiliriz bunlara. Özellikle Necip Fazıl’ın bunalımı, kendiyle savaşı ve nihayet kültür savaşında taraf değiştirmesi ortadadır. Ortada fakat yeterince incelenmemiş bir mevzudur; o da ayrı.
Başladığımız yere, Yahya Kemal’in gerçekten modern bir şair olup olmadığına dönerek kapatalım: Yahya Kemal, kendinden önceki Namık Kemal, Hâmid ve Fikret’ten farklı olarak “Vallahi billahi frenk olmayacağız!” tavrına sahip bir şair olmadığı, Paris yıllarında ve sonrasında İstanbul’da zevkine düşkün, kısmen de teatral bir hayat tarzını benimsediği halde, şiirinde yerli zevk ve duyuşa merkezî bir yer tanımış, yapısal olarak Osmanlı belagati ile günlük konuşmanın yer yer tıkanan bir sentezini tutturmuş, etki anlamında Fransız sanat akımlarından Romantizm, Parnasizm ve Simgeciliğin etkilerini taşımakla beraber kendine mahsus Türkçe bir tür Neo-Klasizm inşa edebilmiş bir şairdir. Kültür ve medeniyet konularında ise yazı ve konuşmalarında derin boşluklar ve uzlaşmaz çelişkiler bırakmıştır. Kararsızlığı, ömründe kitap çıkarmasına dahi engel olmuştur. Şiirleri ve yazıları ölümünden sonra parça parça kitaplaştırılmıştır ve bu kitapların edisyonları henüz tartışmaya açıktır.
Türk şiirinin Yahya Kemal üzerinden modernleştiği yargısına gelince: Bu yargı 1921’de Yahya Kemal tarafından çıkarılan Dergâh’ın merkeziyetini vurgulasaydı üzerinde durmaya değerdi. Ne var ki söz konusu yargı herhangi bir maddi temele dayanmaz. Gerçekte Dergâh az çok marjinal ve etkisi sınırlı bir yayındı ve bu yayında bizzat Yahya Kemal tarafından yetiştirilen gençlerin Türk şiirine damgalarını vurduğunu söylemek abes olur.
“Üzerinden modernleşme” yargısı esasen Garip ve İkinci Yeni’nin köksüzlüğüne bir çare bulmak için sonradan icat edilmiştir. Yahya Kemal’in genel görünüşündeki kökünü kaybetmişlik bunda etkili olmuşa benzer. Yahya Kemal köksüzlük veya kültürel şizofreni anlamına da gelen modernizm için bir arayüz işlevi görmüş gibidir. Süreklilik yerine kopuşu savunanlar, Türk şiirini bir şekilde Avrupa şiiri saymakta acele edenler fişi bir şekilde Yahya Kemal prizine takma derdine düşmüşlerdir. Oradan bugüne, bugünün şiirine bir cereyan gelip gelmediği kimseyi pek ilgilendirmez.
Gerçekte Yahya Kemal cereyanı kesilmiş şairlerdendir. Yahya Kemal’i “üzerinden modernleşme” yargısı hatrına canlandıran modernistler de dahil aşağı yukarı 1930’ların sonundan beri Yahya Kemal etkisini veya Yahya Kemal etkisindekilerin etkisini taşıyan bir akım, grup veya kuşak çıkmamıştır. Yahya Kemal’e koca Türk şiirini üzerinden modernleştirdiğimiz bir kaide olarak bakamayız. O daha çok hiçbir zaman kendi olamayışı, sürekli çelişkili hareket etmesi ve hep aynı anda iki zamanı birden yaşamasıyla 17. yüzyıldan beri gelen kültür savaşının[13] iki tarafı arasında bîtaraf, dolayısıyla da bertaraf olandır. En nihayet, günümüzün şiir ve kültür dünyasındaki gelişmeler ve özelde iki taraflı mücadeleler içinde Yahya Kemal’in hiçbir etkisi, katkısı söz konusu değildir.
Sonuç olarak, Türk şiiri gerçek anlamda modernleşebilmiş midir, bunu tartışmak gerekir; ama modernleştiyse bile bu Yahya Kemal üzerinden oldu deyip geçmenin irapta mahalli yoktur.
NOTLAR [1] Mehmet Kalpaklı, “Eski Şiirin Rüzgârında Bir Avrupalı: Yahya Kemal”, Hayal Şiir: Yahya Kemal Beyatlı Üzerine Makaleler içinde, Hazırlayan: Alphan Akgül, Türkiye İş Bankası Kültür y., 2008, s. 9. [2] Yahya Kemal, “Madrid’de Kahvehâne”, Kendi Gökkubbemiz, MEB, 1969, s. 165-166. [3] Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Dergâh y., 1995, 149. [4] Kayahan Özgül, Kemal’le İhtimal, Dergâh y., 2014. [5] Yahya Kemal, “Türk-İngiliz Yakınlığı”, Doğumunun 100. Yılında Yahya Kemal Beyatlı, Marmara Üniversitesi y., 1984, s. 226 [Réalité (119), 4 Şubat 1944, s. 28-29]. [6] Yahya Kemal, Eski Şiirin Rüzgârıyla, İstanbul Fetih Cemiyeti Yahya Kemal Enstitüsü y., 1985, s. 140. [7] Yahya Kemal, “Hayâl Şehir”, Kendi Gökkubbemiz, MEB, 1969, s. 24-25. [8] “Hayal Şehir” gerçekten de zorlama bir şiirdir; çünkü bir yarışma için yazılmıştır. Yahya Kemal bu şiirle 1948’in “İnönü Mükâfatı”nı kazanmıştır. Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri: 1860-1923, İnkîlap Kitabevi, s. 171. [9] Yahya Kemal, “Üsküdar’ın Dost Işıkları”, Kendi Gökkubbemiz, MEB, 1969, s. 30-31. [10] Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh y., 1998, s. 307. [11] Tanpınar, Yahya Kemal, s. 17. [12] Age, s. 17. [13] Yahya Kemal-Ahmet Naim tartışmasını Kadızadeli-Sivasi kavgasına bağlamak gibi parlak bir fikre imza atan Beşir Ayvazoğlu maalesef Katip Çelebi tekrarı yaptığı için bu kavganın geçen yüzyıllarda geçirdiği dönüşümler ve nihayet kazandığı form içinde Yahya Kemal’in yeri, dolayısıyla Yahya Kemal-Ahmet Naim tartışmasının bu çerçeve içinde anlamı gibi önemli olabilecek tespitler yapmaktan mahrum kalmıştır. Bk. Beşir Ayvazoğlu, Yahya Kemâl: Eve Dönen Adam, Birlik y., 1985, s. 45-46.