Kaan Eminoğlu, Can Acer şiirini Batılılaşmaya verilen ikircimli tepkinin taşranın payına düşen kısmı üzerinden inceliyor.
· Kaan Eminoğlu ·

Batı’da meydana gelen modernleşme hareketi Doğu’nun bünyesinde doğal bir varlık sahasını üretme konusunda başarısızlığa uğramıştır. Bu başarısızlık tarihin doğal seyrinin yerini Batı’da yetişmiş Doğulu aydınların suni bir zemin üreterek modernizmi bir bütün olarak halklarına tatbik etmelerine neden olmuştur. Ancak doğal bir seyrin sonucu olmayan bu tatbik etme işlemi uygulanmaya çalışılan bünyeler üzerinde bir şok etkisi yaratmıştır. Binlerce yıllık kültür, ekonomi, ahlak ve siyaset anlayışı olan Doğu toplumları bunlardan hepsinden vazgeçirilmek istendiklerinde kendi içlerinde bazı direniş noktaları yaratmaya başlamışlardır. Şokun yıkımı ve bu yıkımın içinde bir koruma alanı olarak beliren gelenek, modern projeye karşı Doğu toplumlarında kurtarılması gereken son kale, işgal edilmemiş son toprak parçası ve batırılamamış son bir gemi muamelesi görerek halkın belli bir kesiminin kenetlenme noktası haline gelmiştir.
Anlayış olarak Batılı, ancak köken olarak Doğulu olan aydınların bir kurtuluş reçetesi olarak sunduğu Batılılaşma fikri ve onun felsefesi olan modern projeye bağlanış düşüncesi toplumun belli dinamiklerini göz ardı ederek deyim yerindeyse “tek kurtuluş ümidi” olarak heyecanlı bir şekilde savunulması bu düşünce sistematiklerinin nesnel olarak değerlendirilip Doğu toplumlarının şartlarına göre revize edilmelerine engel olmuştur. Bu durumda etken olan itki ise aydınların Batı karşısında yaşadıkları aşağılık kompleksi ve bu kompleksten hızlı bir şekilde kurtulmak için kapıldıkları aceleciliktir.
Shayegan’ın bu duruma ilişkin yorumu nesnel bir perspektifin ürünüdür: “Faziletleri övülen bu temel kavramlar mucizevi bir reçetenin ürünü değildiler; istisnai bir tarihsel sürecin –neredeyse bir paradigma değişiminin- nihayetine erdirilmesinin ürünüydüler ve aşırı derece bağlı olduğumuz, kamu alanımızı bütünüyle dolduran geleneksel değerleri tahliye etmeden, dolayısıyla marjinalleştirmeden bizim dünyamıza yerleştirilemezlerdi.”[2]
Bu marjinalleştirme durumunu Türk modernleşmesi bağlamında bir değerlendirmeye tabi tutarsak Batı’daki bilimsel düşüncenin gelişiminde önemli bir yer tutan pozivitizm akımının Türk aydını üzerindeki bilinç ve eylem etkisine bakmak gerekir. Dünyayı bilimle açıklamaya çalışmak, dinî dogmaları bilimsel hakikatlerle sorgulayıp bir açmaza ulaşmak Türk aydınının modernizm karşısındaki ilk şokudur. Bu şoka verilen tepkiler ise agnostik bir yapıdadır. Şinasi’nin Münâcât şiiri bu şokun yarattığı agnostik düşüncenin ortaya çıkışına ilişkin ipuçlarını veren ilk dönelerden biridir: “Vahdet-i zâtına aklımca şahâdet lâzım/ Cân ü gönlümle münâcat ü ibâdet lâzım”[3] beytinde ilahi olanı kavramak için bilimsel bir döneye ihtiyaç duyduğunu belirten Şinasi, Allah’ın varlığını ve birliğini kavrayabilmek için onu akılla da kavraması ve kabul etmesi gerektiğine ilişkin pozitivist bir sorgulamaya girişmiştir. Ancak bu sorgulamanın Şinasi’yi ulaştırdığı yer sanılanın aksine bir inkar değil, pişmanlık dolu bir iman tazeleme noktasıdır: “Ne dedim tevbeler olsun bu da fi'l-i şerdir/Benim özrüm günehimden iki kat bed-terdîr.”[4]
Türk modernleşmesi fikrî boyutta Şinasi’nin sorgulamalarıyla filizlenen bir kırılmanın ardından Namık Kemal’in dinî motivasyonu elinden bırakmadan Batı’ya ilişkin kavramları/değerleri Türk toplumuna entegre etme çabasıyla farklı bir boyuta varmıştır. Bu boyut modernizmin, burjuva devrimi sonrası Avrupa toplumunun siyasi aksiyonunu belirleyen hürriyet, reis-i cumhur, vatan, millet gibi kavramlar teorinin pratiğe dönüşmesi yolundaki adımların ayak sesleridir âdeta. Bu sesler toplumun dimağına ekilen, o dönem Türk toplumunun şartları göz önünde tutulduğunda marjinal söylemlerdir. Ancak Batı’nın kendi kültürel havzasında ve kendi tarihî şartlarında yaratmış olduğu değerleri içselleştirirken yaşadığı şokla kendi benine yönelik marjinal tepkiler üreten Türk aydınları da vardır. Beşir Fuad, Sadullah Paşa ve Ziya Gökalp bu tip aydınların en tipik örnekleridir. Üçü de Batı’nın üretmiş olduğu fikir pratiklerinin kendi zihinsel dünyalarındaki karşılığını bulamamaktan muzdarip olup intihara kalkışmış, ilk ikisi bu denemelerinde başarılı olurken Ziya Gökalp’in intihar denemesi başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Taşranın modernizmle imtihanı
Cumhuriyetin ilanına kadar olan süreçte aydınların ve yönetenlerin aşamadıkları dogmatik bakış modernizmin tabandan tavana yayılmasına engel olmuş; bu yüzden Cumhuriyetin ulaşmak istediği nokta olan modern projenin (modernizmin) tavandan -devlet mekanizması ile- tabana yayılması hedeflenmiştir. Bir kent kültürü oluşturmak ama kırsalın üretim olanaklarını artırmak bu dönemin mevcut politikalarından bazıları olarak göze çarpmıştır. Şehirde Cumhuriyeti yaratan felsefe olan rasyonalizm temelli bir eğitim ve kültür inşasına girişilirken kırsalda üretimin modernizasyonu üzerinden bir yenilik hareketine girişilmiştir. Üretimin modernizasyonunun artmasıyla kırsaldaki iş olanakları azalmaya başlamıştır. Ayrıca modern toplumu bir arada tutan temel dayanağın şehrin üst kültürü olduğu inancı yatırımların birçoğunun şehre aktarılmasına sebep olmuştur. Bu aktarım şehir ile kırsal alan arasındaki iktisadi uçurumu artırmış ve ortaya merkez-taşra kutuplu bir çatışma çıkmasına sebep olmuştur. Bir tarafta devletin resmi ideolojisinin ve ulus bilincinin canlı tutulduğu modern şehirler diğer tarafta ise devletin resmi ideolojisinin varlığını çok daha dar bir alanda gösterebildiği ve millet bilincinden çok yerleşik ümmet bilincinin hâkim olduğu kırsal yaşantı meydana gelmiş ve bu durum yer yer birbirinden kopuk ve bazen karşıtlıklar üzerinde yükselen çift başlı bir kültür iklimi oluşmasına sebep olmuştur.
Bu karşıt kutupların ilk ciddi teması ise taşradaki iş imkanlarının azalması ve şehrin sanayileşerek işgücü ihtiyacı duymasıyla oluşan göç dalgasıyla başlamıştır. Şehir merkezinde kurulan gettovari alanlar, gecekondu kültürü şehir ile kırsal arasında bir köprü görevi görmüş. Bu alanlarda yaşayan insanlar ne tam olarak şehrin değerlerini benimseyebilmişler ne de tam olarak köyün değerlerini terk etmişlerdir. Yaşadıkları arada kalmışlık hissi sadece kültürel alanda değil, bilinç düzeyinde de kendisini belli etmiştir. Bu durum derin bir uyumsuzluğu, modern şehre ait olamamanın üzüntüsü de modern şehre öfke ile bakmaya sebep olmuştur.
Kutuplar arasındaki ikinci temas alanı ise taşrayı terk etmeyip çocuğunu büyükşehrin okullarına gönderen ve okullara giden çocukların taşra değer yargılarının dışına çıkmaları ile karşılaştıkları ürkütücü “ân”la gerçekleşmiştir. Eğitim ile var olan kültürel iklimin dışarısına çıkarılmaya çalışılan birey yılların kabulleri ile inşa edilmiş muhafazakar yaşantısına karşın modern şehrin bilinç ve yaşayış farklılıklarıyla dolu bir hayatına karşı “şok” tepkisini vermiştir.
Bu durum, işleyiş itibarıyla Tanzimat aydınının Batı ile ilk temasına benzer. Batı ile temas eden Tanzimat aydını Batı’nın teknik gelişimi karşısında hayranlık duymuş ancak kendi medeniyetinin alışkanlıklarının muhafaza edilerek bu teknik gelişime ulaşılabileceğine inanmıştır. Bu inanç Batı’nın kültürel değerlerine bir öfke (Örneğin Namık Kemal’in Renan Müdafaanamesi)[5] ancak tekniğine derin bir hayranlık ile dolu bir dualizmin de başlangıcı olmuştur. Batı’nın teknik gelişimini isteyen ancak kültür ve bilinç düzeyini küçümseyen Tanzimat aydını yeni karşılaştığı fikirlerle “şok” yaşamış, yaşadığı şoka karşı kültürel değerlere daha şiddetli bir sarılma yaşamıştır. Bu aydın tipi Batı’nın tekniği ile kültürü arasına bir çizgi çekerek Batı’nın kültürel hegemonyasına girmeden teknik alıntılarla denkliğin sağlanabileceğini düşünür. Ancak bu durumda da tekniği inşa eden şartlardan biri olan kültürel süreç yadsınmış olur. Bu yadsıma kimlik kaybı korkusundan kaynaklıdır. En sonunda da Doğu insanını tam olamama durumu ile karşı karşıya getirir. Tekniği şeklen alan bir toplum ilerlemenin bilince ilişkin kaynaklarından mahrum kalmıştır. Bu yüzden bir bileşim arayışına girmiştir. Sanat, kuvvetli bir bileşim kurma aracıdır. Bu bileşim kurma aracı bilinç yüzeyindeki çatlakların estetize etmesi ile varlığını belirgin hale getirmektedir.
Demirin Demiri Kesme Sesi kitabındaki şiirleri üç bölüm halinde tasnif eden Can Acer, bölüm isimleri olarak sırasıyla şunları seçmişt: Ölümün Üstünlükleri, Gettomobil, Sebepsiz Telif. Bölüm isimlerinin işaret ettiği değerler bakımından incelendiği vakit: Millî bir bakışın ürünü olan İsmet Özel şiirine gönderme (Sebeb-i Telif) olarak “Sebepsiz Telif,” taşra yaşantısını bağlam ve araç üzerinden somutlaştıran “Gettomobil” ve modern yaşam karşısındaki bir uyumsuzluk dışavurumu olarak “Ölümün Üstünlükleri” değerlendirmesi yapılabilmektedir.
Ölümün üstünlükleri
Büyük işler başaramamış ya da büyük bir yaşantısı olmayan öznenin kendisini ölüm karşısında koyduğu konumu anlattığı “demirin demiri kesme sesi” adlı şiiri ile kitabına başlangıç yapan Acer, tecrübesizliğin yarattığı sentetikliği nasıl şiirleştirdiğini ve bu şiirin dünyaya içten değil, dünyanın içinden doğan ama merkezinde yer almayan bir sanat dalı olan şiirden baktığını anlatarak kendini ve kendiyle aynı durumda olan şair kuşağının durumunu anlatıyor bir bakıma: huzurda değilsin, büyük cümleler kurmayı bırak ötekine bırakıldı doğurmanın acısı ölümüyse sen anlatacaksın fakat o cesede yalnızca şiirlerden baktın[6] Doğacıl şiir[7] olarak adlandırabileceğimiz “Bozkır Göğünde” şiiri ise kent ve kır yaşantısı karşıtlığını işleyen bir şiir olarak kurgulanmış bir içeriğe sahiptir. Şairin hayatının neredeyse tamamının geçtiği bozkır bitki örtüsünün (Doğum yeri: Yozgat, Eğitim: Ankara) bir kır belleği oluşturduğu şiirinde etkin olarak kendini hissettirmektedir. Bu bellek şehre modernizmin penceresinden bakar ve bakışın yabancılaşması kaçınılmaz hâle gelir. Kolektif toplum özellikleri gösteren kırsal halkın yerini modern şehrin bireyi alınca kırsaldan şehre giden öznenin bilincinde travmatik bir yıkım yaşanmıştır. Bu yıkım bir ölümü ya da modernizmi bir yön olarak belirleyen devlet eliyle yapılan bir ölümü işaret etmektedir. Şiirde ses tekrarının gücüne yaslanılıp kullanılan siyasa sözcüğü de bu durumu imlemek için sık sık tekrar edilir. Siyasa, yurt ve devlet işlerini yürütmek için tutulan ölçülü yol[8] olarak benimsenen modern projeyi ve bu projenin yarattığı yabancılaşmayı açıklama için kullanılan ve kır insanının kolektif masumiyetini birey olmanın tek başınalığı için değiştiren bir anlayışın ironik biçimde dile getirilişidir: biliyorum telafisiz güzelliğini masumyetin biliyorum şehirdeki bütün çocuklar isa bütün çocuklar için siyasa ve biliyorum bütün isalar yetim bir siyasa bütün çocuklar için[9]
Ulus devlet, resmi politikasının bir sonucu olarak meşruiyetini muhafaza etmek için ulusal özellikleri ağır basan bayramları ve özel anma günlerini kutlar ve vatandaşlarına bu günlerin kutlanılması için teşvik edici bir tutum sergiler. Bu bayramlar daha çok ulusu yaratan savaşların canlandırılması, o savaşlarda hayatını kaybeden insanların anılması ve millî bilinç inşası için yapılan ritüellerden meydana gelir. Törenler bu günlerin vazgeçilmez birer unsurlarıdır. Askerî özellikleri de olan bu törenler kent hayatının dokusunda daha çok hissedilir bir yapıdadır. Törenlerin coşkusu kırsalın yaşantısında muteber bir coşku yaratmamaktadır. Törenler bir bağdaşım araçlarıdır. İdeolojik bağdaşım öznenin varoluşunu dışavurmada önemli bir etkendir. İdeolojik dışavurum aygıtı olan törenlerin taşra insanının belleğindeki karşılığı zayıftır, şehir insanının belleğinde ise merkezî bir konumdadır. Bu sebeple Acer, törenleri ve törenlerdeki insanların ritüellerini modernizmin bir yansıması olarak görüp reddetme eğilimindedir. Acer’in şiir dünyasında törenlerde salladıkları bayrakları birer ideolojik bağdaşımın dışavurumu olarak taşıyan insanlara bakış, onu bir eş benzetmesi ile anlatarak tören bayrakları ile insanın ideolojik gösterisi bağlılığına ilişkin bir gönderme yapılmış, taşra için anlam dünyası geniş olmayan değerlerin şehir insanının bilincinde üst seviyelere çıkarılması gizli bir öfke doğurmuş, öfke küçümseyici ve ironik bir üslupla dile getirilmeye çalışmıştır.
halk tabiatı itibariyle züppedir deniyor sanatsız bir züppe herkes birbirine soruyor elindeki bayrağın markası ne karılarını pürüzsüz bir bayrak gibi taşıyor erkekler hayatın mutad geçit törenlerinde[10] Şiirdeki tören imgesi, modern toplumdaki bireyin kendini gösterme edimine ilişkin eleştirel bir bakış açısının ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Şair için olumsuz bir gösterişin çağrıştırıcısı olan törenler, insanların yaşantılarını da ele geçirmiş; insanlar yaşamlarını bir taşra dinginliğinde değil de şehir gösterişine uygun şekilde yaşamasıyla bağdaştırılmıştır.
Acer şiirinin içerik unsurunun temel dayanağı görüntüdür. “Görüntü, şiirin görme duyumuza hitap eden boyutudur.”[11] İçerik incelemesi olarak ele alındığında Acer şiirinde görüntü mekâna bakılarak elde edilir. Mekân taşra ise olumlu bir çağrışım sembolü, şehir ise olumsuz çağrışım sembolüdür. “rüzgarın şehri terk ettiği yerde”[12] şiiri bu açıdan örnek bir şiiridir. Kırsal alışkanlıkların ağır bastığı merkezden uzak bir yerleşim yerindeki kırsallık unsurları “traktör, köylüler, su kuyusu, mezarlık, toprak” daima olumlu olanı işaret etmektedirler: “ve elbette saygılılar, köylüler bunu bilir, dalgın ve öfkesiz bakar mıydı, ara sıra sigara hediye ettiği deli gülümsüyor, senin yalnızlığın ne büyük be adam”[13] Şairin öznesinde taşra, sevilen ama vazgeçilmesi gereken bir bağlılıktır. Bu zihinsel süreç, mekânın görüntüsünü çizerken onu olumlar, şehre bakıştaki eleştirel şiddet; taşranın görüntüsünde yüceltmeye dönüşür.
Taşranın aşkı, şehrin aşkı ile farklılık taşır. Şehrin aşkı görüntüye ve kavuşmaya odaklıdır. Taşranın aşkında görüntüler kısıtlı olduğu için hayaller çoğaltılır. Kadın ile erkeğin görüşmesi taşra değerleri açısından olumsuzlanan, kabul edilmeyen bir süreçtir. Bu yüzden kırsalın üretimi olan sözlü edebiyat ürünlerinde kavuşmadan çok kavuşamama aşkınlaştırılır. Kavuşamamanın ulaştırdığı mertebe olumlanır. Aşkı bir şehirliden farklı algılayan taşralı şehir aşklarına acemidir. Bu acemilik bir taşra sıkıntısı olarak Acer şiirinde kendine yer bulur:
öpülmek daha taşralı kılar yenilgimizi.[14] Yenilgi de, kavuşamamanın bir tesellisi olarak yüceltilen bir değerdir. Bu yüzden melankolik haz varoluşu onaylar surette kendini belli eden dizelerde ifade bulur: kime tesadüf etsem ona ait değilim”[15]
ama bütün bunlar hiçbir şeyi kanıtlamaya yetmedi[16] Makineleşme ile birlikte şehrin ritmi artmış insanlar zamanla yarışır hâle gelmiştir. Taşra insanı zamanı bir değer üretme aracı olarak görmekten çok tamamlanması gereken bir süreç olarak görür. Şehir yaşantısında ise her şey gibi üretim ve tüketim de zamanın planlanmasının bir sonucudur. Taşradaki zaman ile şehirdeki zaman arasındaki farkı taşra lehine gören Acer: köylüler geçiyor az ötemden 76 model john deere traktörleriyle bir zamansızlıkta akıp gidiyorlar[17] Söz konusu şehrin zamanı olunca hızın insanı tüketen yapısına ilişkin menfi bakışını ortaya koyar:
değiştirmedikleri gömlekleriyle, zamansızdırlar balkonda unutulmuş bir gömlekle yaşıtlar[18]
Gettomobil
Taşranın düşük gelirli insanlarının yaşadıkları mekanı çevreleyen bozuk yollarda ulaşım aracı olarak kullanabilecekleri dayanaklı, az yakıt harcayan ve yedek parçası ucuz olan arabalar bulunmaktadır. Türkiye şartları düşünüldüğünde bu araçların (Tofaş Şahin, Tofaş Kartal, Tofaş Doğan, Renault Broadway, Renault Flash vb.) taşra şartlarının (taşra mekanının ve sosyo-ekonomik yapısının) bir sonucu olduğu görülmektedir. Bu araçlar gösterişin zıddı bir etki yapar. Bir aracın işlevselliğini işaret ederler. Arabayı bir amaç, görünme fırsatı olmaktan çıkarırlar. Zaman tasarrufu ve ulaşım konforunu artıran birer alet niteliğindedirler. Kapitalizmin üretim endüstrisi ise arabayı bir araç olmaktan çıkarıp bir arzu nesnesi hâline getirmiştir. Araba bir gösteriş unsuru olarak sosyal hayatta yer almış ve insanın hedefine ulaşmak için kullandığı bir araçken insanın hedefi olan amaç hâline gelmiştir. Bu işlev değişikliği Can Acer şiirinde bir sorgulanmaya tabi tutulmuştur. Gettomobilin konfor olarak olmasa bile işlev olarak üstünlüğüne dikkat çekilmiştir. Acer’in bakışında arabayı amaçlaştırmayan emekçi insan tüm yalınlığına rağmen arabayı amaç haline getiren şehir insanının üstünde bir konuma ermiştir:
sizin gençliğinizin faizini ödeyen yaşından büyük elleri var sigara içmeye ve rektifiyede motor kapağı taşlamaya yarar -bizden sonra ne var- daha kaç kişi karısının yüzüne basit bir adam olarak eve dönmenin hayrıyla bakar”[19]
Gettomobil bölümündeki şiirlerin geneli incelendiği vakit ayrıksı özellikleri bulunmayan sıradan insanların yaşantılarının işlendiği görülmektedir. Bu durum taşranın değişmez hayat dinamiğini bir yansımasıdır. Küçük yerleşim yerlerinde yaşayan insanlar için aktivite olanakları sınırlıdır. Sosyalleşme belli bir yaşı aştıktan sonra sadece dini ritüeller vasıtası ile gerçekleşir. Bu ritüeller de kişiyi dinginliğe davet eder yapıdadır. Bu noktadan sonra hayata ilişkin arzuları, gelecekten beklentileri törpülenmiş insanların taşradaki huzurları başlar. Taşra huzuru emeği ile para kazanmak, namuslu bir hayat sürmek ve dini ritüellere bağlı yaşamak edimleriyle pekiştirilir. Sıradan olmak üstün bir vasfın, ontolojik olarak kirlenmemişliğin bir sembolüdür: ölümü düşünürken bunalmaz o kanı çekilir yoksulluktan da bunalmaz her günkü sofradan bir kadın geçse yanından – ona da alışmıştır ama bir şey var ki bunalır siz bunalmazsınız anlatsam[20] Sondaj şiirinde de desteklenen bu fikir, Garip şiirinin üretim tarzı ile basit insanı basit yapıyla (kelime oyunuyla) anlatma şeklinde ortaya çıkmıştır: bir sondaj işçisi adı Yusuf cırtlak sarı üniforması ve evde gebe karısı kuyunun başında durdu kuyunun başında ne kurulursa kafasında onu kurdu[21] Sıradan insanın tekdüze yaşantısını sürdürmedeki kararlılığı yaratıcı bir unsur olarak algılanır. Bölümdeki şiirlerde bu unsurun pekiştirildiği görülür. Bu pekiştirme süreci Can Acer’in şiirinde birer saygı unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Saygı ile aşkınlaştırılan baba, taşranın saf hâli ve yüceltilen değerin temsilcisidir:
oğulun atında kişner
babanın gidemediği yer
oğul koşar da koşar
ter, babanın alnından akar[22]
Sebepsiz telif
Etkilenme, yanlış okuma sonucu ulaşılan bir sapma olduğu vakit özgünlüğe çıkan yol olurken verili içeriği doğru okuyup çoğaltmak olduğunda ise taklide ulaşan bir yol hâline gelmektedir. Harold Bloom[23] etkilenme endişesi üst başlığını altı maddelik bir revizyon kategorisi altında inceler. Bunlardan ilki Clinamen’dir. Lucretius’dan ödünç alınan bu kavram sapmayı imlemek için kullanılmaktadır. Bloom’a göre “Bir şair selefinin şiirini, bununla bir clinamen gerçekleştirecek şekilde yanlış okuyarak selefinden sapar.” Burada itici güç olarak karşımıza çıkan kavram yine yanlış okuma’dır. Yanlış okuma’nın gerçekleşmesi için seçilen şair kültürel, siyasi ve estetik bir yakınlığın sonucu olabileceği gibi belli bir popülaritenin sonucu da olabilmektedir. Can Acer’in Sebepsiz Telif bölümündeki şiirlerin içerik kurgusundan hareketle İsmet Özel etkilenimi olduğu görülmektedir. İsmet Özel’in şiiri isyan noktasından okunmuş ve yanlış yorumlanarak isyana teşvik şiirleriyle tematik düzene dahil edilmiştir. Özel’in şiirinin içeriğini oluşturan ana fikir Batı karşıtlığıdır. İsmet Özel’in hayatının farklı dönemlerinde sosyalist, İslamcı ya da milliyetçi perspektiflerle işlediği bu fikir şiirinde ve yaşantısındaki temel izlektir. İzleği ideolojik olarak yorumlaması değişmiş ancak izleğin ana yapısı hiçbir zaman değişmemiştir. Bu bağlamdan okurlarına bir öfke davetini yapmış, geri kalmışlığın hıncı Batı’nın günah hanesine yazılarak kelimelerden çıkarılmıştır. Dağarcığındaki şiddet örüntüleri oluşturan sözcükler, bir karşıtlığın yüceltilmesi şeklinde varlığını ortaya koymuştur.
Acer’in şiirini bu yanlış okuma ekseninden incelediğimiz vakit, öfke barındıran imgelerin bilinç düzeyinde algılanıp nasıl somutlaştığı ve şiirde baskın unsur hâle geldiği göze çarpmaktadır: tarih düşülmezdi ölümlere ve doğumlara, düşülsün tarih gebe bir öfkeyle bağırmalara[24] bu kadar sıradan olmamalıydı, bir kavgada
tanışmalıydık mesela[25]
olmasını ne çok isterdin umutsuz bir aşık, kavgacı bir serseri[26] her şey aslına dönüyor zift gibi yapışıyor sana gerçeğin[27] Yaşam, insanı şekillendiren bir süreç olarak insanın ontik yönünü belirleyen varlık alanıdır. Bu alan yapıp etmelerden çok, yapıp etmeleri baskılayan ya da bozan bir yapıya sahiptir. Baskılanan ve bozulan yapıp etmeler karmaşık tepkisel örüntüleri doğurur. Gülme, ağlama ya da pasifize olmak bu karmaşık tepkilerden bazılarıdır. Can Acer hayatın karşısındaki özneyi bir değirmen gibi öğütülmüş öğütülürken de karmaşık tepkiler örüntüsü geliştirmiş şekilde tasvir eder. Dünya insanı öğütmüş ve zamanın diyalektik hareketi ilerlerken onu ölüm gibi bir sonuca ulaştırmıştır. Zamanın bitiş çizgisi, ölümde somutlaştırılmıştır: Karşısında duranlar Büyük bulurdu taşını değirmenin Sorardı: Bu dünyada öğütecek ne buldun? Ölümden ölüme bir çizgi Dönüp döneceğin.[28] cer’in şiirinin öznesinin kişiliğini göstereceği bir ismi yoktur. Herkes gibi bir zamirin ardına gizlenir. Zamirin ardında gizlendiği hayatta da kendini tüketen bir sürecin peşindedir: hepimiz bir gölgeydik o yangında sen ve ben, birazdan yıkılacak duvarda iki gölge[29]
NOTLAR [1] Acer, C. (2021). Demirin demiri kesme sesi. Ketebe. [2] Shayegan, D. (2020). Yaralı bilinç: Geleneksel toplumlarda kültürel şizofreni (H. Bayrı, Çev.). Metis, s. 14. [3] Kaplan, M. (1998). Şiir tahlilleri 1. Dergâh, s. 32. [4] Kaplan, 1998, s. 32. [5] Kemal, N. (2014). Renan müdafaanamesi (N. Çetin, Ed.). Akçağ. [6] Acer, 2021, s. 11. [7] Çetin, N. (2011). Şiir çözümleme yöntemi. Öncü. [8] TDK SÖZLÜK, ilgili madde. [9] Acer, 2021, s.14. [10] Acer, 2021, s. 17. [11] Acer, 2021, s. 79. [12] Acer, 2021, s.19. [13] Acer, 2021, s. 19-21. [14] Acer, 2021, s. 24. [15] Acer, 2021, s. 30. [16] Acer, 2021, s. 32. [17] Acer, 2021, s. 20. [18] Acer, 2021, s. 34. [19] Acer, 2021, s. 40. [20] Acer, 2021, s. 54. [21] Acer, 2021, s.57. [22] Acer, 2021, s.59. [23] Bloom, H. (2020) Etkilenme endişesi. Metis. [24] Acer, 2021, s. 65. [25] Acer, 2021, s. 75. [26] Acer, 2021, s. 86. [27] Acer, 2021, s. 90. [28] Acer, 2021, s. 81. [29] Acer, 2021, s. 75.